Ben,
kalabalık bir ailede büyüdüğüm için ablalarım ile, kuzenlerim ile çok güzel
oyunlar oynardık. Mesela her sene mutlaka tüm aile bireylerine gösteriler
hazırlardık; kurardık bir sahne, oturturduk büyükleri, değişik piyesler
canlandırırdık... Üniversiteye gittiğimde ise tiyatro klüpleri beni çok tatmin
etmeyince, ben de Ankara`da okumanın avantajlarından faydalanıp oldukça fazla
oyun izlemiştim. Buraya kadar yazdıklarım "küçükken kendinizi nasıl
hatırlıyorsunuz" sorularına verilen cevaplar gibi olmuş ama burada
anlatmak istediğim sevdiğim bir alanın yurt dışına gittikten sonra nasıl farklı
bir algıya dönüştüğü, biraz da kafalarımızdaki kalıplaşmış felsefe düşüncesini
değiştirmek, benim tanışmaktan keyif aldığım isimleri tanıtıp, en azından nasıl
çalışmalar yaptıklarını kendimce ortaya koyabilmek... O yüzden bu yazıda yurt dışında
yaptığımız bir deneysel çalışmadan ve benim çalışmalarını beğenerek takip
ettiğim Renè Pollesch`den bahsedeceğim. Biz, bu çalışmada onun tiyatro oyunu
olan "Schmeiß Dein Ego weg!" üzerine inceleme yaptıktan sonra o bizim
çalışmalarımıza katıldı ve kendisiyle söyleşi yaptık. Aslında ben bu oyunda da
yer alan Martin Wuttke`ye de hayranımdır, Renè Pollesch ile çok güzel
çalışmalar yapıyorlar, bir de yaptıklarını neyin nasıl ortaya çıktığını
kendisinden dinlediğimde daha da hayran oldum diyebilirim. Ama öncelikle bizim
yapmak istediğimiz şeyi kısaca anlatmak istiyorum: Felsefe tarihine baktığımız
zaman "düşünce" figürünün ne kadar önemli olduğunu görüyoruz.
"Vücut" ise felsefe için her zaman bir problem olmuştur, yani
"Vücut" felsefe için bazen unutulmuş olan bazense hayalet olandır. Bati
felsefesi Platon`dan beri düşünceyi irdelemeyi sevmiştir... "Ben
kimim?" sorusu ise her zaman felsefenin temelinde yer alır... Peki! burada
bahsedilen "ben" acaba nedir? yani buradaki ben "subje" ve
"obje" kenetlenmesinin şekli midir? ya da felsefede sorulması
gerekilen ""Reel" olan nedir?" sorusu mudur? Mesela,
Hegel`e göre gerçeklik "Mutlak Tin" olarak açıklanır ve bu tin de hem
us, hem de ruh olandır ve kendini tarih içerisinde ortaya koyar.
Heidegger`e
geldiğimizde ise durum değişir ve o "Sein und Zeit" yani "Varlık
ve Zaman" kitabında insanı "Dasein" olarak tanımlar ve ontolojik
olarak ortaya koyar. Heidegger`den hareketle de deneysel çalışmada amacımız,
düşünce ve vücudu felsefe ve tiyatroyu, düşüncenin fizikselliğini sahnede
ortaya koyabilmekti. Tabii biz bunu birçok performanstan tutun da sahne
okumalarına kadar çoğu gösteride yapmayı denedik ama bu çalışmada temel
eserimiz "Schmeiß Dein Ego weg!" ve asıl konuğumuz ise Renè Pollesch`di.
Renè Pollesch, 1962 yılında dünyaya gelmiş, Alman oyun yazarı ve rejisördür,
genel olarak çalışmalarında ise enstrüman olarak felsefe metinlerini kullanır...
Bir eserinde Nancy`den cümleler duyarken, başka bir eserinde Agamber`in
cümleleri vardır. Zaten kendi de bu durumu şöyle açıklıyor "Amacım sadece
seyirciye lezzet vermek değil, başka bir sorunun peşinden gidebilmek, yeni bir
arayışın içine, yeni bir heyecanın içine girebilmektir..." Ki emin olun bu
cümleleri kurarken gözündeki ışık, sesinde bitmeyen heyecanının içsel tınısı,
hem görülebiliyor, hem duyulabiliyor, hem de hissedilebiliyor... Bizler, belki
önümüze koyulanlardan dolayı belki de şartlardan kaynaklı genel olarak dünyada
popüler olmuş oyuncuları, yazarları...vs. takip ediyoruz, ama bu bahsettiğim
isimler de gerçekten çok başarılı ve takip edilmesi gerekilen kişiler...
Mesela,
Christoph Schlingensief diye bir isim var (bu adam nasıl anlatılır bilmiyorum,
2010 yılında kanserden öldü ama hastalığı boyunca hiç pes etmeden üretmiş, sıra
dışı bir adam.) kendisi hasta olduğu dönemde Martin Wuttke ile çalışmış ve bu
çalışma sırasında Martin bir akşam ona şu soruyu sormuş: "insanlar nasıl
ölmeli?" Tabii dururlar mı hemen sahnede provalarını yapmaya başlıyorlar,
ama insanların bu durumu anlamadıklarını fark ediyorlar ve Christoph`un sahnede
ölümü tamamen sıradan bir ölüm olarak görülüyor. Bizim incelediğimiz
"Schmeiß Dein Ego weg! "`in bir yerinde de oyuncu şöyle söylüyor
"Başkasının ölümünü biz bizim dışımızda buluruz" Yani bu dışında olma
durumu, dışarıda ortaya çıkar. Vücut burada yoldur, geçittir... Biz bu örneği
Heidegger`de bulabiliyoruz: Ona göre insan öleceği üzerine düşünceyi
başkalarının ölümünden anlar ama aslında ölüm bizim özümüze ait olandır. Ama bizim
dışımızdaki insanların, tanıdığımız ya da tanımadığımız insanların, her gün
ölüyor olması bizde ölüm tecrübesini gündelik gibi görmemizi sağlıyor. Yani
sahnede "ölüm" gerçekleştirildiğinde bu anlık gündelik bir şey gibi
algılanır, ama bu kişinin özüne ait olandır, bir tecrübe değildir. Çünkü insan
bir kere ölür. O zaman buradaki sorulması gereken soru şu mudur: "Biz
gerçekliği nasıl belirleriz?" ya da şöyle söyleyelim "tiyatroda
gerçekliğin, bunu göstermenin limiti nedir?" "oyuncu bir cümle kurduğunda,
tiyatro vücut üzerinden gidebilir mi?"
Sorular
çok, ama emin olun Pollesch`de de cevaplar çok... Pollesch, Münih`te Martin ile
birlikte bir oyun sahneye koyuyor ve belirli bir anda provalar yapılırken
akıllarına "göstermenin sınırı" cümlesi takılıyor ve Nancy`nin „Nach
der Tragödie“ kitabı kafalarındaki beliren sorulara cevap bulmak için yardımcı
oluyor. Biz, sürekli tiyatroyu "aşk ve ölüm" üzerine incelersek
kayıtsız bu konuya teslim olup tiyatronun gerçekliğini trajedi, trajik aşk
hikayeleri... diye belirleriz... Mesela, "Romeo ve Juliet" sürekliliği
olan bir aşk mıdır? ya da bu gerçekten anlatılabilir mi? ya da her düşünceye
göre bu hikaye bir evrensel ask hikayesi midir? bu bir kısım seyirciye göre
heteroseksüel bir aşk hikayesiyken, başkasına göre değildir... o zaman neden
evrensel olmalıdır? Yani anlayacağınız tiyatro her zaman "aşk ve ölüm"
`e yenik düşüyor... Aslında Renè Pollesch`in yapmak istediği şeylerden biri de
tiyatroda yanlış bulduğu, problem olarak gördüğü kavramları sahnede yaptığı
deneysel çalışmalarla aşabilmek. Bundan dolayı da "Schmeiß Dein Ego
weg!"`de alışılmışın dışına çıkarak vücut ve içsel eğilim, içselliği ve dışsallığı
sahnede çözümlemeyi deniyorlar.
İşte
biz bu düşünceyi de Nancy`nin "Corpus" kitabında görebiliyoruz. Nancy
de bu kitabında, ruh ve beden, içinde ve dışındalık, beden ve duygu ikilik
birlikteliğini vücut üzerinden çözümlemiş, vücut üzerinden öğrenmeyi bize
sunmuştur.
-
Peki, "bu tiyatro oyunu, düşüncenin olmadığı bir tiyatro oyunudur"
diyen Pollesch için tiyatroda "Vücut" mu "Düşünce" mi önemlidir?
Felsefe
açısından baktığımızda biz "Vücut" u yeniden formüle edebiliriz, bunu
burada yapmayı deneyebiliriz... Ama tiyatroda vücut olmadığında düşünce
önemlidir... Çünkü seyirci "Vücut" üzerinden düşünceyi çizmek
zorundadır ve sahnede insanın iç dünyası da dışarıdadır... içinde değil! Biz
dansta gösterileni görüyoruz, çünkü dans eden vücut vücuttur ama tiyatroda gösterilen
konuşmayla karşı karşıya geldiğinde "vücut" yabancılık hissediyor...
Yani "Vücut" yabancı kaldığı konuşmayı benimsemek zorunda kalıyor.
Zaten textler de bu yabancılıktan yola çıkarak inşa ediliyor... İşte felsefi
metinler de burada bizlerin yardımına koşuyor... "Schmeiß Dein Ego
weg!" `in bir yerinde Martin söyle söylüyor: "İz düşüm olarak
insanlar konuşmayı ileride herhangi bir vücutta kabullenebilir ya da bu konuşma,
ses olarak buradan buraya görülebilir, bu vücudu belirtmeyi, iz düşümünü
çizmeyi dener (...) konuşma vücudu belirtmeyi dener. Evet, burada kim
konuşuyor?(...) Ruh ve vücut aynıdır, birdir! ruh ve dudak aynı, birdir! bu
daima vücuttur! o da burada (...)" İste Pollesch bu oyunda bu konuşma ve
beden arasında meydana gelen yabancılığı ortadan kaldırmayı deniyor, çünkü
burada seyirci koltuğunda oturan sadece seyirci değildir oyuncu da o koltukta
oturmak zorundadır! Pollesch`in hazırladığı başka bir oyun olan
"Zuhause-Hotels"`de ise konu bir otelin etrafında gelişiyor... Bu
otelde "bir yer" satıştadır ama aynı zamanda da "evde olma
hissi" de satışa sunuluyor. Ve şöyle bir cümle kuruluyor: "ben benim
hayatımın en güzel deneyimini satın aldım" Yani ben benim hayatım için önemli
bir deneyimi para ile yaptım. Şimdi burada bir otel var ve deneyimsel bir alan
oluşturuyorsun, birden bire arkadan bu cümle geliyor: "ben bunu satın
aldım" İşte bu tiyatro için bir problemdir! Bundan dolayı da Pollesch
kalıpları kırarak isyanını vücutla yapıyor. Ona göre tiyatro yüzeyin tiyatrosu,
hislerin yüzeyde oluşudur...
Bu
düşüncesini ise yine "Schmeiß Dein Ego weg!" in bir kısmında şöyle
belirtiyor: Martin; "Aşkım, Aşkım... senin ellerin benim içimde... Bunlar
da dışarıda ve bu görülebilen, bu bir problem! Benim içtenliğim görülebilir,
çünkü benim hazinem burada işte tam karşında o benim vücudum! Ben hislerimi
söylediğimde bunları sadece vücudum ile söylerim, içeride değil! Sen, sana
drama anlatılsın istiyorsun ama üzgünüm vücut dışarıda... Vücut, duygudur;
duygu da vücut ve o da dışarıda. Biz onunla ilişki içindeyiz ve onunla devam
ederiz çünkü o dışarıda" İşte biz
bu oyunda geçen cümleler olsun, verilmek istenilen fikirleri olsun hepsini
felsefe tarihinde bulabiliyoruz... Bir yerde Nancy`den sözler bulurken bir yerde
ise sahnede Heidegger`in geliştirdiği teorilerin nasıl vücut bulduğunu,
ustalıkla kurulmuş sahne dekorundan tutun da oyuncuların profesyonelliğine
kadar her noktada görebiliyoruz...
Oyun
uzun, senarist çok dolu ve yaptığı isi keyifle yapınca söyleşi bende 30 sayfayı
bulmuş; dinlemek, izlemek, tanışmak ise hem şans, hem de büyük bir keyif... Düşünsenize
bir gün babaannenizin evinin merdivenlerine akrabaları, komşuları oturtup
piyesler yapıyorsunuz, sonra öyle bir an geliyor ki iste onun tarifi de bende yok...
Ergül
Akyürek
Not:
- Yukarıda da belirttiğim gibi çalışma çok uzun, blog yazısı olabilecek bir yazı
değil çünkü bu çalışmaları günde bazen 13 saat çalışarak, saatlerce süren ön
hazırlıklarla yaptık. Ben yine de elimden geldiğince Pollesch`i tanıtmaya çalıştım,
umarım ilginizi çekmiştir...
-
Özellikle Heidegger`den ve Nancy`den kafa karıştırmamak, biraz da temel bilgi
istediği için çok behsetmedim ama bu oyun için özellikle Nancy`nin
"Corpus" kitabı önemli bir yer tutuyor.
-
Konuyu bildiğim için biraz oradan oraya geçmişim gibi görünebilir ama emin olun
adam çok dolu, deneyim de çok olunca toparlamak çok zor oldu...
-
Konu gerçekten çok derin, zaten projeler böyle oluyor o yüzden ben genel olarak
bahsedip, tek bir noktayı ele almayı deniyorum... Ama Pollesch sayesinde o
kadar çok yeni isim tanıma fırsatı buldum ki ... Mesela, bu ara sürekli çalışmak
zorunda olduğum için uzun saatler masa başındayım ve masamın manzarası da büyük
bir caddeye bakıyor... Pollesch sayesinde tanıdığım Fransız dans teorisyeninin
denediği bir çalışmayı, yapmam gerekenleri yaparken, dışarıyla aramdaki cam
sayesinde deneyimleyebiliyorum... Vaktim
olursa hem bu çalışmayı, hem de benim
deneyimimi başka bir yazıda yazmak istiyorum...
-
Ben burada su oyun, bu kitap, bu filozof diye yazıyorum ya... emin olun birçok
şeyi ben de isin içindeyken öğrendim. Yani adamlarda zaten çok iyi bir altyapı
var ve her şeyi o kadar güzel ilişkilendiriyorlar, "onu da yaptık, bunu da
yaptık" diye anlatıyorlar ki... ben şu konuşmadaki verilen örnekleri tek
tek yazsam gerçekten şaşırırsınız; bir saat içinde bir sayfa bilmediğin kitap,
tanınması gereken isim, izlenmesi gerekilen oyun listesi çıkarıyorum ve tam
temeli oturttum derken öğrendiklerimin bir damla bile etmediğini görüyorum...
Sanırım işin en keyifli yanı da öğrenmenin hiç bitmediğini gördüğünde başlıyor...