22 Kasım 2014 Cumartesi

DÜNYALI (HATAY)


Bir ara "Dünyalı" (The Man From Earth) adında bir film izlemiştim. Filmdeki karakter John 14.000 yaşında bir Tarih Profesörüdür. Ve 14.000 yıl boyunca dünyada birçok şeye şahit olmuştur. Gerçekten hem düşündürücü, hem de insanı hayallere sürükleyen bir film. Gerçi bu karakter gerçek olsaydı ve ben o olsaydım o kadar yıl yaşamak nasıl olurdu bilemiyorum ama hayal ederken baş döndürücü olduğu kesin… O zaman gittiğim yerlerle ilgili hayaller kurmaz, “dünyayı gezip, bitirmeye bir ömür yetmez” de demezdim, diyemezdim; medeniyetlerin kuruluşlarından tutun da, ilk yazının bulunuşuna, kanunlara kadar her şeyi en başından görürdüm, dinlerin doğuşlarına şahitlik eder, tarihe yön vermiş isimlerle tanışırdım; Sokrates ile sabaha kadar konuşur, Michelangelo, Davut (David)´a can verirken yanında olur, sadece susardım, Beethoven`a yaşadığı dönemde komşu olur “içindeki o güzel ses o kadar yüksek ki, kulakların sadece dışarıdaki sıradanlıkları duymuyor” der her akşam yatmadan önce dinlediğim “ayışığı sonatı”nı ondan dinler, Marx ve  Engels  Paris`te tanıştığında ben de onlara katılırdım, ne de olsa Darwin ile 2 yıl aynı gemide yolculuk etmiş, notlarını benim yanımda tutmuş olurdu, Heidegger`i ise siyasi görüşleri için çok sert eleştirir, aşkının peşinden gitmesi için yüreklendirirdim…. Hayal edin! daha neler neler…
Savaşlar, dostluklar, barış, insanlar, kültürler, aşk, politika, sanat… İnsanlık tarihi acılarla dolu olsa da , güzellikleri de içinde barındıran bir dünyada yaşıyoruz; savaşları çıkaranlara rağmen barış tohumlarını eken yine bizleriz… İste Hatay, barışın en yoğun hissedildiği,  belki John gibi değil ama ortalama insan ömrüne sığdırılması gerekilen, dinlerin kardeşliğinin yaşandığı, yaklaşık 10 yıldır gitmek isteyip de her seferinde bir sorun çıktığı için gidemediğim -iyi ki de su dönemde gittiğim- güzel ülkemin en güneyinde, topraklarından bereket, barış, dostluk.. fışkıran harika bir şehir. Hemen hemen tüm Türkiye`yi gezdiğim için şehirler arasında az çok değerlendirme yapabiliyorum, her seferinde söylüyorum hiçbir zaman bir yeri başka yerle kıyaslamam ama Hatay`da özel olan bir şey var, oradayken kendinizi hem farklı bir ülkede gibi hissediyorsunuz, hem de her yere asılmış Türk bayrakları, Atatürk`ün fotoğraflarıyla kendinize geliyor “Evet, burası Türkiye” diyorsunuz. Cami, kilise, musevi havrası yan yana olması dışında, insanların “biz tek bir Tanrı’ya inanıyoruz, hepimiz kardeşiz” sözleriyle hoşgörüyü çok yoğun hissederken, din kavgalarına bir kez daha anlam veremiyorsunuz… Esnaf dokusunu hiç bozmadığı için taburelerde kasapta kebabınızı, tarihi künefecilerinde tatlınızı afiyetle yerken kendinizi şehirle bütünleştiriyorsunuz, zaten emin olun halkı sizi kendilerinden biriymiş gibi hissettirmek için ellerinden geleni yapıyor…

Bunun en büyük göstergesi de bizim için Nida abla oldu, Nida ablalarla 20 dk ayak üstü konuşmamıza rağmen akşam bizi kilise avlusuna bakan 150 yıllık konaklarına davet edip harika Antakya mezeleriyle ağırlayıp, şaraplarımızı yudumlarken  bize eski Antakya`yı farklı dinlerden komşularını, aralarındaki ilişkileri, yanlarında çalışan Suriyelilerin orada olmasıyla, Suriye meselelerini tartışmamızı en güzeli de fikirlerimin %90 değişmesini sağladılar… Hayatta en sevdiğim şeylerden biri bakış açımın değiştirilmesi, bildiklerimin bilmediğim olup, öğrenecek daha çok şeyim olduğunu görmektir… Gerçekten bazı şeyler hakkında yorum yapmak için oraya gidip, insanların gözünün içine bakarak aynı sofrada oturmak gerekiyor, acıları da teknoloji üzerinden yaşadığımız için her şey bir anda uçup gidiyor, hal bu ki bir kez acı dolu göze bakarsanız insanlar arasında oluşturulan uçurumların nasıl köprülere dönüstüğünü görebilirsiniz…  Eminim John gibi olsaydım da her şeyi yaşamaya, herkesi tanımaya fırsatım olmayacaktı, o yüzden şu kısıtlı ömrümde isteğim görebildiğim kadar yer görüp, insan tanımak; teknolojinin uzaklaştırmalarına, politikaların ayrıştırmalarına rağmen  pes etmeden yıkılan köprüleri tekrar tekrar kurmak… Çünkü; barış, herkes için geçerli olduğunda değer kazanır… Hatay da, barışın sevgiyle korunduğu, köprülerin temelinin yüzyıllar öncesinden gönüllerde atıldığı,  gelecek adına  umut veren… benim güzel ülkemin güzel şehri.


Ergül Akyürek


ANTAKYA LAHDİ: “Tarihte “Sidemara tipi” lahit grubuna girmektedir. Bu dar yüzündeki kapı ölüler dünyasının kapısını temsil eden bir kapı ve kurban edilecek olan bir boğa figürü yer alır. İki tarafında ise biri kadın bir erkek olmak üzere iki insan bulunur. Kadının bakışları hüzünlüdür, sakallı erkekse elinde kabı ileriye tutarak büyük ihtimalle ateşi canlı tutmaya çalışıyordur.”


“Antakya lahdinin bu yüzünde büyük ihtimalle gençlikten yaşlılığa giden evreler anlatılmaktadır. Yani bir tür vedadır.”


“Lahitin bu yüzünde 5 tane figür bulunmaktadır. Burada bir av temsil edilmiştir. Saha kalkan atın üstündeki süvari aslana saldırmaktadır. İki yanındaki figürler ise onun yardımcılarıdır.”


“Burada ortada genç bir kız figürü vardır ve başına sardığı himationunu onun yas içinde olduğunu gösterir. İki yanında ise pelerinli erkek figürleri bulunmaktadır. Lahidin içinde 1 erkek iki kadın olmak üzere 3 erişkinin iskeleti çıkarılmıştır.”


 (Sarhos Dionysos Mozayigi M.S. 2. YY.)


                                                             Soteria Mozayiği M.S. 5. YY.



                                                                                    Uzun Carşı












Hiç yorum yok: