Bir ara "Dünyalı" (The Man From Earth) adında bir film izlemiştim. Filmdeki karakter John 14.000 yaşında bir Tarih Profesörüdür. Ve 14.000 yıl boyunca dünyada birçok şeye şahit olmuştur. Gerçekten hem düşündürücü, hem de insanı hayallere sürükleyen bir film. Gerçi
bu karakter gerçek olsaydı ve ben o olsaydım o kadar yıl yaşamak nasıl olurdu
bilemiyorum ama hayal ederken baş döndürücü olduğu kesin… O zaman gittiğim
yerlerle ilgili hayaller kurmaz, “dünyayı gezip, bitirmeye bir ömür yetmez” de
demezdim, diyemezdim; medeniyetlerin kuruluşlarından tutun da, ilk yazının bulunuşuna,
kanunlara kadar her şeyi en başından görürdüm, dinlerin doğuşlarına şahitlik
eder, tarihe yön vermiş isimlerle tanışırdım; Sokrates ile sabaha kadar
konuşur, Michelangelo, Davut (David)´a can verirken yanında olur, sadece
susardım, Beethoven`a yaşadığı dönemde komşu olur “içindeki o güzel ses o kadar
yüksek ki, kulakların sadece dışarıdaki sıradanlıkları duymuyor” der her akşam
yatmadan önce dinlediğim “ayışığı sonatı”nı ondan dinler, Marx ve Engels
Paris`te tanıştığında ben de onlara katılırdım, ne de olsa Darwin ile 2
yıl aynı gemide yolculuk etmiş, notlarını benim yanımda tutmuş olurdu,
Heidegger`i ise siyasi görüşleri için çok sert eleştirir, aşkının peşinden
gitmesi için yüreklendirirdim…. Hayal edin! daha neler neler…
Savaşlar,
dostluklar, barış, insanlar, kültürler, aşk, politika, sanat… İnsanlık tarihi
acılarla dolu olsa da , güzellikleri de içinde barındıran bir dünyada
yaşıyoruz; savaşları çıkaranlara rağmen barış tohumlarını eken yine bizleriz…
İste Hatay, barışın en yoğun hissedildiği,
belki John gibi değil ama ortalama insan ömrüne sığdırılması gerekilen,
dinlerin kardeşliğinin yaşandığı, yaklaşık 10 yıldır gitmek isteyip de her
seferinde bir sorun çıktığı için gidemediğim -iyi ki de su dönemde gittiğim-
güzel ülkemin en güneyinde, topraklarından bereket, barış, dostluk.. fışkıran
harika bir şehir. Hemen hemen tüm Türkiye`yi gezdiğim için şehirler arasında az
çok değerlendirme yapabiliyorum, her seferinde söylüyorum hiçbir zaman bir yeri
başka yerle kıyaslamam ama Hatay`da özel olan bir şey var, oradayken kendinizi
hem farklı bir ülkede gibi hissediyorsunuz, hem de her yere asılmış Türk
bayrakları, Atatürk`ün fotoğraflarıyla kendinize geliyor “Evet, burası Türkiye”
diyorsunuz. Cami, kilise, musevi havrası yan yana olması dışında, insanların
“biz tek bir Tanrı’ya inanıyoruz, hepimiz kardeşiz” sözleriyle hoşgörüyü çok
yoğun hissederken, din kavgalarına bir kez daha anlam veremiyorsunuz… Esnaf
dokusunu hiç bozmadığı için taburelerde kasapta kebabınızı, tarihi
künefecilerinde tatlınızı afiyetle yerken kendinizi şehirle
bütünleştiriyorsunuz, zaten emin olun halkı sizi kendilerinden biriymiş gibi
hissettirmek için ellerinden geleni yapıyor…
Bunun
en büyük göstergesi de bizim için Nida abla oldu, Nida ablalarla 20 dk ayak
üstü konuşmamıza rağmen akşam bizi kilise avlusuna bakan 150 yıllık konaklarına
davet edip harika Antakya mezeleriyle ağırlayıp, şaraplarımızı yudumlarken bize eski Antakya`yı farklı dinlerden
komşularını, aralarındaki ilişkileri, yanlarında çalışan Suriyelilerin orada
olmasıyla, Suriye meselelerini tartışmamızı en güzeli de fikirlerimin %90
değişmesini sağladılar… Hayatta en sevdiğim şeylerden biri bakış açımın
değiştirilmesi, bildiklerimin bilmediğim olup, öğrenecek daha çok şeyim
olduğunu görmektir… Gerçekten bazı şeyler hakkında yorum yapmak için oraya
gidip, insanların gözünün içine bakarak aynı sofrada oturmak gerekiyor, acıları
da teknoloji üzerinden yaşadığımız için her şey bir anda uçup gidiyor, hal bu
ki bir kez acı dolu göze bakarsanız insanlar arasında oluşturulan uçurumların
nasıl köprülere dönüstüğünü görebilirsiniz…
Eminim John gibi olsaydım da her şeyi yaşamaya, herkesi tanımaya
fırsatım olmayacaktı, o yüzden şu kısıtlı ömrümde isteğim görebildiğim kadar
yer görüp, insan tanımak; teknolojinin uzaklaştırmalarına, politikaların
ayrıştırmalarına rağmen pes etmeden
yıkılan köprüleri tekrar tekrar kurmak… Çünkü; barış, herkes için geçerli olduğunda
değer kazanır… Hatay da, barışın sevgiyle korunduğu, köprülerin temelinin
yüzyıllar öncesinden gönüllerde atıldığı,
gelecek adına umut veren… benim
güzel ülkemin güzel şehri.
Ergül
Akyürek
ANTAKYA
LAHDİ: “Tarihte “Sidemara tipi” lahit grubuna girmektedir. Bu dar yüzündeki
kapı ölüler dünyasının kapısını temsil eden bir kapı ve kurban edilecek olan
bir boğa figürü yer alır. İki tarafında ise biri kadın bir erkek olmak üzere
iki insan bulunur. Kadının bakışları hüzünlüdür, sakallı erkekse elinde kabı
ileriye tutarak büyük ihtimalle ateşi canlı tutmaya çalışıyordur.”
“Antakya
lahdinin bu yüzünde büyük ihtimalle gençlikten yaşlılığa giden evreler
anlatılmaktadır. Yani bir tür vedadır.”
“Lahitin
bu yüzünde 5 tane figür bulunmaktadır. Burada bir av temsil edilmiştir. Saha
kalkan atın üstündeki süvari aslana saldırmaktadır. İki yanındaki figürler ise
onun yardımcılarıdır.”
“Burada
ortada genç bir kız figürü vardır ve başına sardığı himationunu onun yas içinde
olduğunu gösterir. İki yanında ise pelerinli erkek figürleri bulunmaktadır.
Lahidin içinde 1 erkek iki kadın olmak üzere 3 erişkinin iskeleti
çıkarılmıştır.”
(Sarhos Dionysos Mozayigi M.S. 2. YY.)
Soteria Mozayiği M.S. 5. YY.
Uzun Carşı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder