13 Nisan 2011 Çarşamba

AŞKTA VE SAVAŞTA FELSEFE

                                            

   

Dünya tarihi geçmişten bugüne kadar büyük ve sansasyonel aşklara tanıklık etmiştir. Bu aşklardan bir tanesi de birçok kitaba, tiyatro oyununa konu olmuş 20.yy ünlü filozoflarından Nazi sempatizani Martin Heidegger ile Naziler koluna sarı yıldızı taktıktan sonra “ailemle yaşadığım süre içerisinde Yahudi olduğumu bilmiyordum, şimdi öğrendim.’’diyerek özgürlüğü için Almanya´dan kaçmak zorunda kalan, özgürlüğün tutkulu düşünürü, siyasi yazar Hannah Arendt arasında yaşanmıştır.
Hikayemiz Almanya´nın Marburg şehri´nde başlıyor. Hannah, 14 Ekim 1906 yılında Linden şehri´nde dünyaya gelmiş, Yahudi bir ailenin tek kızıdır. 18 yaşına geldiğinde felsefe eğitimi almak üzere Martin Heidegger ile yollarının kesiştiği Marburg Üniversitesi´ne gitmiş, kısa sürede gençliği ve zekasıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır. O sıralarda üniversitenin koridorlarında isyankarlığı ve alaycılığı ile kendinden söz ettiren Martin Heidegger de Hannah´ın yeteneklerini farkedenler arasındadır. Martin, 1889 yılında Baden´da dünyaya gelmiş, Freiburg´ta Husserl´in öğrencisi olduktan sonra 1923 yılında Marburg Üniversitesi´nde felsefe doçenti olmuş, mesleğinde yeni yeni yükselişe geçen evli ve 2 çocuk babası genç bir akademisyendir. Hannah ise o yıllarda aldığı felsefe derslerinde hocasından etkilenmiş ve onun fikirlerine hayran olmuştur. İkilinin birbirine olan beğenisi kaçak bakışmalarla başlamış, aralarındaki bilgeliğe duyulan aşk üzerine tartışmalar ise yaş farkına ve Martin´in evli olması engeline rağmen öğretmen öğrenci ilişkisinden çıkararak, romantik bir ilişkiye dönüşmüştür. Tabii aşk iki felsefeci arasında yasanınca mektupların dili de biraz farklı oluyor. Martin, Hannah´a hislerini mektuplarında:
"Sevgili Bayan Arendt! Daha bu akşam vakit geçirmeden size gelmeliyim ve kalbinize konuşmalıyım. Her şey yalın, duru ve saf olmalı aramızda, bizi karşılaştıran kadere ancak böyle layık olabiliriz. "
"Dünya artik senin ve benim dünyam değil o bizim dünyamız oldu. Bizim yaptığımız ve basardığımız her şey, sana veya bana değil, bize ait. "
sözleriyle ifade ediyor, aynı zamanda da bu duygularla felsefe tarihinde önemli bir yer tutan Varlik ve Zaman (Sein und Zeit) adlı eserini yazıyordu. Ta ki 1927 yılında ilişkileri tamamen kopma noktasına gelene kadar. Hannah, Martin´e “seni hep seveceğim…,, dese de Hannah secim yapabilecek durumda değildi. Martin´e “ seni ilk günki gibi seviyorum.,, diyerek eğitimini tamamlamak üzere Heidelber´e gitmiş, Martin Heidegger ise Varlik ve Zaman (Sein und Zeit) adlı eserini yayımlayarak kariyerinde yükselise gecmisti - Bu kitabıyla Heidegger, Sokrates sonrası felsefeyi eleştirmis, varlığa metafiziksel olarak yaklaşılmasıyla yanlış yapıldığını belirterek felsefeyi varlık kavramı üzerine yöneltmiştir.- 

                         


Hannah ise durumu kabullenmiş, büyük aşkının zarar görmesini istemiyor ve sevgilisinin istediği gibi felsefe eğitimine devam ediyordu. Aşkta Heidegger´den kopsa da yayınladığı tezi "Augustin´de sevgi kavramı" nda Heidegger´in etkisinden çıkamadığını ortaya koyuyordu.

İkilinin kariyerinde bu gelişmeler olurken, uzun süredir Almanya´da yaşanan iç karışıklık 1933 yılına gelindiğinde Hitler´in iktidara gelmesiyle üst noktaya tırmanmış, Hannah´ın da üniversitede derslere girmesi, Yahudi olmasi gerekçesiyle, yasaklanmıştı. Bu durumdan rahatsız olan Hannah, Almanya´dan önce Paris´e, 1941 yılında da Amerika´ya gitmiştir. Heidegger ise olayların tam olarak içindeydi. Üniversitede Hitler´i destekleyen konuşmalar yapıyor, Hitler´e hayranlığını ve Nazizim ideolojisine desteğini her fırsatta belirtiyordu. 1 Mayis 1933 yılında NSDAP (NASYONAL SOSYALİST ALMAN İSCI PARTİSİ)´ne girdi .- NSDAP, 1933-1945 yıları arasında Almanya´yı yönetmiş siyasi partidir. Partinin temeli milliyetçilik, ırkçılık, anti-semitizm felsefesi üzerine kuruludur.- Heidegger, Hitler´e yazdıgı bir mektupta ona olan hayranlığını şöyle ifade ediyordu :

"Ah! Führerim siz bizim insanlığımızın ihtiyaç duyduğu kurtarıcısınız. Azim ve eref ! yeni bir ruhun hocası ve öncü savaşçısı. "
Uzun ve yıpratıcı bir savaş döneminden sonra bu sempatisi 1945 yılında onun için tehlike arz etmiş, rektör olarak gittiği Freiburg Üniversitesi´nden uzaklaştırılmasına neden olmuştu. Hannah´sa 2. Dünya Savaşi´nın sonuna kadar çeşitli Yahudi derneklerinde çalışmış, yazılar yazmıştı. 

1950 yılında ise kaçak olarak çıktığı ülkesine unutamadığı büyük aşkına yardım etmek için geri dönecek ve bir otel odasında onun ile buluşacaktı. Bu görüsmede Heidegger Hannah`tan yardım istiyodu. Hitler´e verdiği destekten dolayı eleştiriliyor ve bu eleştirilerden kurtulmak istiyordu. Hannah´sa onun bu siyasi gelişmelere vermiş olduğu desteğe hiç anlam verememiş olsa da Heidegger´e olan bağlılığı geçen yıllara rağmen azalmamıştı. Belki de Hannah´ın bir eserindeki şu sözleri Heidiger´le buluşmasının ve ölene kadar devam edecek olan dostluğunun nedenlerini de açıklıyordu : "Ask doğası gereği saftır, ulvidir, ruhanidir ve salt bu nedenden dolayı ki, sadece apolitik değl, tüm politika karşıt insani dürtülerin en güçlüsüdür de…"
Tüm yaşanan imkansızlıklara, savaşa, ayrılıklara rağmen Martin ile Hannah´ın aşkı bir kez daha dönüşüme uğramış ve aralarında yeni bir dönem başlatmıştı. Artık ölene kadar görüşecekler, aşklarını düşünce dünyalarına yansıtacaklardı. Ki Hannah, Amerika´da kariyerinde de yükselişe geçmiş, 1959 yılında Princeton Üniversitesi´nde ilk kadrolu kadın filozofu olmuştu. Heidegger ise 1952 yılında üniversiteye geri dönmüş olsa da siyasi geçmişi her seferinde yargılanmasına neden oluyordu. Kariyeri icin vazgeçtiği sevgilisi kariyerinde ilerliyor, aynı zamanda da Heidegger´e yardımcı oluyordu
1961 yılına gelindiğinde Hannah 2.Dünya Savaşı´nda Yahudilerin katledilmesinde en önemli Nazi yetkilisi Adolf Eichmann´in Kudüs´te yargılanmasını izlemiş ve The New Yorker Dergisi´nde daha sonra "Kötülüğün Sıradanlığı" olarak kitaba dönüştüreceği -Yahudilerin tepkisini çektigi- yazıyı yazmışti.-Hannah yazısında, kötülüğün kökten mi olduğunu yoksa sıradan insanların emirlere uyması sonucu düşünmeden mi gercekleştiğini sorgulamıştır.- 1963 yilinda yayınladığı kitabında Eichmann ile ilgili görüşlerini ise şöyle ifade etmişti :
"Eichmann 'kötü'nün kendisi değil, sadece, düşünmeyi bilmeyen, yaptığınının bilincinde olmayan ve emirlere uyan, sıradan bir memurdu. Onu, kötü'nün kendisi olarak suçlamak yanlış olacaktır."
Hannah’ın bu ve benzeri fikirleri yıllarca Yahudi derneklerinde çalışmış olsa da onu Yahudiler tarafından “Kendinden nefret eden Yahudi,, olarak adlandırılmasına engel olamamıştır. Artık oklar onun üzerine çevrilmiş, fikirlerinden rahatsızlık duyan bazı kesimler tarafından özel hayatıyla yıpratılmaya calışılmisti.
Hannah Arendt ise bu düşünceler ile mücadeleyi bırakmamış, hayatı boyunca fikirlerinin arkasında durmuştur. Her Avrupa´ya gelişinde tüm eleştirilere rağmen Heidegger ile görüşmüş, uzakta olduğunda ise mektuplarla iletişim kurmaya devam etmiştir.
Martin ise hayatının son dönemlerini Freiburg´da bir kayakçı kulübesinde geçirmiş, kar fırtınası kulübenin çevresinde uğuldadığında “felsefe için en iyi zaman gelmiştir,, diyerek siyasi fikirleri yargılanmış olsa da felsefeden vazgeçmemiştir. Büyük aşkı Hannah´ın 1975 yılında New York’ta ölümünden bir yil sonra 1976 yılında hayatını Freiburg´taki evinde kaybetmiştir.

Martin ve Hannah`ın arasındaki yasak aşk ZAMANIN onlara getirdikleriyle her dönem VARLIKLARINA farklı anlamlar kazandiran, aşklarının temelindeki "bilgeliye duyulan sevgi"’den asla vazgeçmedikleri büyük bir aşk hikayesidir.
"Bu dünyadan gitmek zorunda kalacağımız gün, arkamızda daha iyi bir dünya bırakmak iyi bir insan olmuş olmaktan daha önemli olacaktır. " Hannah Arendt


Ergül Akyürek