14 Aralık 2013 Cumartesi

HAYVAN ETİĞİ PROJESİ

                                     


Tam 9 aydır üzerinde çalıştığım bir proje var, Hayvan Etiği. Öncelikle projenin içeriğinden ve uygulanışından bahsetmek istiyorum. Kısaca özetlersem; Projeyi Avrupa’nın değişik ülkelerinden ve Amerikalı 10a yakın uzman ile oluşturduk. Organizasyonu Veteriner Fakültesi ile ortak yürüttük. Amacımız; hayvan ve insan ilişkisini Post-Anthroposentrizm, Utulitarizm, Post- Hümanizm... açılarından inceleyebilmekti, böylelikle de birçok argümanı inceleme fırsatı bulduk. Açıkçası benim için biraz üst bir projeydi, kabul edileceğimi bile düşünmezken kendimi işin içinde buldum. Organizatörlerden  Prof. Grimm ise bu konuda yetkinlik kazanmamı sağladı.  Her zaman söylediğim gibi samimiyetin Türkçesi, Almancası... olmuyor, o sizde varsa birileri bunu mutlaka ödüllendiriyor.  Projeye dönersek 8 saatlik kapalı konferans yaptık. Benim ilk seminerimde Julia ile birlikteydik ve ben Boddice`in argümanlarının repliğini yaptım. Projede, önce Etik uzmanınızın argümanlarını organizatörlerin gözetiminde, katılımcılara sunar ve replikleriyle birlikte tartışmalı incelersiniz. Sonra uzman gelir ve sunumunu yapar... Konferans, davetli olduğunuz yerde olur ve uzmanlarla birlikte genel olarak Etik çalışmalarının argümanlarını tartışırsınız, bu uzmanlar sizin kendi yolunuzu oluşturmanız için sizi dinler. Yani amaç sadece bilgi vermek değildir, birlikte vakit geçirerek ezberimizi yok edip sizin gün içindeki yolunuzu takip edip, tartışmaktır... Sonrasında özgün felsefi bir çalışma ortaya koymuş ve bunu yazılı olarak da ifade edebilmişseniz projeniz onaylanır. Aynı zamanda da bireyselliğin dışında bu isimlerle grup olarak da  ortak bir çalışma çıkarırsınız
Felsefe deyince, bizler hep Yunan felsefesinden başlarız ya da kavramların sıralanışı her şey Yunan felsefesi üzerinedir. Yani Felsefe, her zaman Batıya ait olan olarak düşünülür. Boddice'nin makalesine de dayanarak bu hayvan etiği içinde de böyle gelişti.  İnsan tarih boyunca hep önemli olmuş ve diğer canlılar her zaman insanın altında yer almış. Bunun en büyük nedeni de Batının hakimiyetidir, aynı insanlar üzerinde yaptığı ayrımcılık gibi... Ama J. Bentham`in 18. yüzyılda, "hayvanlar da insanlar gibi acıyı hisseder" söylemi, hayvanların etik içerisinde tartışılmasına neden olmuştur. Hayvan Etiğinin günümüzde en büyük isimleri de Tom Regan ve Petar Singer`dır. Peter Singer, "Tüm hayvanlar eşittir" argümanı ile bu anthroposentrik (insan merkezci) yapıyı aşmayı denemiştir. Ama bizler her ne kadar bu yapıyı aşmayı denemiş olsak da, altından her zaman insan çıkmaktadır. Robert Boddice`ye göre: Bizler antroposentrik yapıdan çıkmaya çalışırken antroposentrik yapının ontolojik boyutuna geçmekteyiz. Yani insan Darwin`in Evrim Teorisinden sonra bile kendini hayvanlarla özdeş görmemek için hayvanlara "insan olmayan hayvan" adını vermiştir. Bunun altında ise yine insanın doğa üzerindeki hakimiyet gücünü tekrar ele geçirme isteği yatmaktadır. Hatta Peter Singer`a göre, biz eğer hayvanlarla insanların ayrımını yapıyorsak, zencilerle beyazların ayrımını da onaylıyoruz, yani bizim amacımız rasizm (ırkçılığı) ve antroposentrik (insan merkezci) yapıyı aşmak olmaktır! Gelin görün ki yapılan çalışmalar aslında bizim bazı şeylere karşı çıkarken ekonomiyi ve bu tarz yaklaşımları daha da ön plana çıkardığımızı gösteriyor. Boddice bu durumu kanıtlamak için şöyle bir örnek veriyor: Mesela bir çevrecinin "Çevreyi Koru!" söylemi ne kadar doğrudur? biz ne için çevreyi korumalıyız, kim için? Yani doğaya ait hakları biz kendimize ait görerek, aslında saf olan ötekileştirme kavramını desteklemekteyiz. Kısacası, ahlaki değerleri biz kendi kendimize bulup onların doğru olduğunu savunmaktayız ama  değer temelli, hukuk temelli, toplum temelli bir dünya görüsü kabul edilemez, edilse bile bu tamamen antroposentrik (insan merkezci) yapı içinde olur. Örneğin; Vejeteryen olanlar ile Vejeteryan olmayanlar. Vejeteryenlar et yemiyor ve bu durumu destekliyor ama kendisi böyle bir durum üzerinde yorum yaparak doğanın sınırlarını geçerek, kendini bunun kararını verecek kişi olarak gördüğü için antroposentrik yapı içinde kalıyor. Diğer taraftan et yemeyi destekleyen kişiler bunun doğal olduğunu ve kendilerinin de birer hayvan olduğunu bunun doğada normal olduğunu savunmaktadır. Her iki durumda da doğal olmak adı altında vurgulanan insan merkezcilik yatmaktadır. Yani insan mantıksal düşünme yeteneği ile bu kararı verme eğilimi içinde olan bir varlık ve bu özelliğini vurguladığı için aslında endüstriyel zincirin bir parçası oluyor. Buradaki Bati hakimiyetine dayanan yapı çok eski tarihsel yapılara gidemediğimiz için bir noktada tıkanıyor ve kendini yine Antroposentrizm`in içinde buluyor. Aslında bizler dönemsel olarak aşmaya çalıştığımız yapıların yine içinde kalıyoruz. Agamben`in belirttiği gibi, "insan ve hayvanlar zorlandığı zaman aslında ne insanın ne de hayvanın bir önemi kalacaktır." Belki de henüz kendini keşfedememiş bir uygarlık, yeni bir sistem geliştirecek ve batı sistemi tamamen yok olacaktır. Çünkü, kavramların tanımı Batıya ait olduğu sürece, tanımlamaları, buluşları, felsefeyi, sanatı... biz onlara göre açıkladığımız sürece ne antroposentrik yapıyı ne de rasizmi aşabileceğiz.
Ergül Akyürek

(Robert Boddice)
Not: - Elimden geldiğince Robert Boddice'in makalesine dayanarak paradoksal yapıyı ortaya koymaya çalıştım.  Bu konu üzerine ilgisi olanlara her zaman detaylı yardımcı olabilirim, bana mail atmanız yeterli olacaktır.
- Bu proje benim için en yapılamayacak ama içinde yer almayı çok istediğim bir projeydi. Öyle güzel tesadüflerle bana geldi ve her şey zincirleme oluştu ki, gerçekten yüzümde kocaman gülümsemeler oluştu. Aslında bazen olmaz dediğimiz şeylerin olmazlığını kendimiz karar veriyoruz.
- Fotoğrafların bir kısmını ön inceleme yaparken arkadaşım çekmiş, konferans özel bir alanda yapıldığı için fotoğrafları yok. Çalıştığımız tüm isimler yerine bana projemde bireysel yardım eden ve yazıda ismi geçen kişilerin fotoğraflarını buraya ekledim.
Ergül Akyürek
 (Robert Boddice)
 (Prof.Gary Steiner)
 (Prof. Herwig Grimm)

5 Aralık 2013 Perşembe

GOTTFRIED HELNWEIN


Geçtiğimiz ekim ayında Gottfried Helnwein`ın Albertina`da sergisine gittim. Sergiyle ilgili bilgi vermeden önce biraz Helnwein`dan bahsetmek istiyorum: Gottfried Helnwein, 1948 yılında Viyana`da doğmuş Avusturya-İrlandalı ressam, fotoğrafçı, performans sanatçısıdır... Böyle ahkam kestiğime de bakmayın, o güne kadar Helnwein ile hiç ilgilenmemiştim. Şimdi ise, kendisini takibe aldım, hatta abarttım ve kendisinden randevu istedim. Yine, geçtiğimiz aylarda böyle bir şey yapmıştım, Viyana`da çok beğendiğim bir filozof, sanatçıya mail attım ve hayatımda açtığı bir kapıyı mesajda anlattım. Avrupalılar çok hoş insanlar, olumlu ya da olumsuz size mutlaka geri dönüyorlar. İletişim samimiyetle kurulursa, kullandığınız dilin anadili olmuş ya da olmamış olması önemli olmuyor; bu insanlar üreten ve paylaşan insanlar... Paylaşmadığınız bazı şeyler yani o görmediğiniz, tanımlayamadığınız şeyler yok olup gidiyor; paylaştıkça o tanımlayamadığınız şeyler bazen bir şiir, bazen resim bazen başka ürünler olarak tanımlanıp başkasında farklı anlamlar kazanıyor. İste Helnwein da, insanın içindeki en derin yeri, belki bizim bile görmekten kaçtığımız yeri samimiyetle gösteriyor; resimlerindeki sessiz çığlık kulaklarınızı sağır ediyor. Zaten kendisi de sanatında yapmak istediğini bir söyleşisinde şöyle anlatmış: "Etiketleri ve -izmleri pek umursamıyorum. Sanat tarihçisi değilim ve sanatın teknik yapısıyla çok fazla ilgilenmiyorum. Ben sanatın size dokunup, harekete geçirebilecek ve sizde duygusal etkiler bırakabilecek olan gücüyle yani kalitesiyle ilgileniyorum. Kalbinizde yangın çıkarabilen ve iç dünyanızı alt üst eden kısmıyla..." gerçekten çalışmalarıyla da bunu yapmayı başaran, 21.yy en büyük isimlerinden birisi Helnwein.
Gottfried Helnwein, yaptığı çalışmaları ile çok sayıda eleştiri almış, engellemelerle karşılaşmış olsa da günümüzde sanatını kabul ettirmiş bir isimdir. Ona göre dünyada yaşanmış savaşlar, ırkçılık.. ve günümüz toplumlarının geldiği boyut çocuklardaki saflığın yitirilmesine neden olmuştur. Özellikle de Alman Nazi soykırımından sonra, yeni neslin yitirmiş olduğu bu saflığını resimlerindeki yaralı yüzler, kan... ile ifade etmiştir. Birçok ünlü ismin fotoğraflarını çekmiş, albüm kapaklarını hazırlamıştır.