24 Mayıs 2011 Salı

YAŞAM BALOSU

Yeşiller, sarılar, maviler, kırmızılar... Tüm dünya rengarenk. Etraf mitolojik kahramanlarla dolu, bugüne kadar okuduğunuz kitaplarda, izlediğiniz filmlerdeki kahramanlar etrafımızda, onlara dokunabiliyor ,konuşabiliyorsunuz. Herkes gülüyor, eğleniyor. Turistler bu hayali kahramanları anılarında yer etmek  için ellerinde makineleri ile bir yerden bir yere gülümseyerek koşturuyorlar, çocukların gülümsemeleri etrafa güzel nameler saçıyor, balonlar havalarda uçuşuyor… Bense kırmızı peruğumla bir orada bir buradayım, tanımadığımız birçok insanla gülüyoruz, birbirimizin gözlerine aynı amaç için bakıyoruz. Onların hatıra olarak çektikleri fotoğraflarda  bugünün anısı olarak yer alıyorum. Aslında Balo´nun davetlisi değilim, sponsorum yok ya da herhangi bir dernek üyesi değilim. Geceye renk katması için   taktığım bir peruk ise farkında olmadan  beni de etkinliğe dahil etti. Verdiğim poz sayısından hiç bahsetmek istemiyorum sadece bir kişiye  20 poz vermişimdir. Yani anlayacağınız hep birlikte, "sen şu millettensin. senin cinsel seçimin şu. sen siyahsın. sen beyazsın" demeden eğlendik, güldük…  Tabii bu Balo´nun eğlence kısmı dışında düzenlenmesinin de bir amacı var : `Life Ball` yani ´Yaşam Balosu  1992 yılında Viyana´da, Gery Keszler ve Torgom Petrosian  organizasyonluğunda, dünyanın büyük problemlerinden biri olan  AIDS ve HIV  ile mücadele için düzenlenen ulusal  yardım balosudur. Düzenlendiği yıldan itibaren  12 milyon Euro’nun üzerinde para çeşitli yardım kuruluşlarına aktarılmış. Hayatta  problemlerin  varlığını kabul edip bazen eğlenceyle harmanlanarak  yapılabileceklerin yapılabileceğine, Kötü demeden de insanların  bilinçlendirilebilir olduğunu düşünüyorum. Ve  yazımı,  Sharon Stone´nun 2007 yıllında  katılmış olduğu  Life Ball` ın  açılış konuşmasında söylemiş olduğu şu sözlerle  bitirip, susuyorum :
"Sizi bir kaç saniye sessiz kalmaya ve çevrenizdeki  insanları düşünmeye davet ediyorum "

Ergül Akyürek 

14 Mayıs 2011 Cumartesi

ZAMANSIZ ZAMANLARDA: AMSTERDAM`A VAR(MAK)


  
   Az gittim uz gittim dere tepe düz gittim yetmedi 17 saat yol gittim   vardim amsterdama. "Varmak mi varis noktasina kadar yasananlar mi secerseniz" derseniz ben her zamanki gibi  yollarda yasadiklarimi, gördüklerimi  tercih ederim. Su da bir gercek ki varis noktasina vardiginizda da varisiniz her zaman anlik bir his oluyor, sonrasindaki bilinmezlige acilan kapilar sizi baska varis noktalarina götürüyor yani anlayacaginiz aslinda biz hic bir zaman varmis olmuyoruz, sadece vardigimizi saniyoruz; o zaman varmak icin caba göstermek yerine  ya da varis noktasinin hayallerini kurmak yerine hayati akisina birakmak en iyisi deyip bu bir gezi yazisi olacagi icin basliyorum yol maceralarimi ve Amsterdam´da yasadiklarimi anlatmaya, ama simdiden söyliyeyim öyle Dom Meydani söyleydi bilmem Van Gogh Müzesi´nde sunlar vardi diye bir yazi yazmayi düsünmüyorum, tamamen hissettiklerimden yola cikarak bu 5 günlük macerayi anlatmak istiyorum ki zaten gitmeyi düsünürseniz de internette yeteri kadar gezilecek yerler üzerine yazilar var :) 








   Amsterdama gitmek icin hazirliklari yapip otogara gittigimde aslinda ilk defa Avrupa icinde bu kadar uzun otobüs yolculugu yapacagim icin icimde biraz merak duygusu vardi. Otogara gittigimde ise bizi  oldukca ortalama bir otobüsün bekledigini görünce acikcasi sasirdim -bizdeki otobüslerin konforunu düsününce-  ama bir yandan da 4 tekeri olmus olmasi bizi bir yerden bir yere götürecek olmasi  yeterli diyerek otobüsteki  yerimi aldim ve cok uluslu otobüsümüzle basladik zamanda yolculuk yapmaya.  Zamanda yolculuk diyorum, cünkü her yerin, her insanin kendine ait bir yüzyili oldugunu düsünüyorum ve her gittigim yerde farkli zamanlarda yolculuk yaptigimi hissedebiliyorum ki buradaki zaman kavrami da kelimenin yerine ne koyabilecegimi bilmedigimden kullanilmis bir kelime, buna belki ´anlarda sicrama´ da diyebiliriz ki ´yüzyillar´ da benim kafamin icindeki yüzyillar…  ya da ben sacmaliyorum ama tam olarak hissettiklerimi ifade etmeye calisirsam: annem istanbul´dan beni aradigin da ben otobüste yolculuk yapiyorsam  arkamda fiziksel bir baglantim olmayan mekan veya insanlar  domino tasi gibi hizla yikiliyor ama annem aradiginda anilarim birden tekrar canlaniyor ve sanki onunla konusan kisi anilarim oluyor, bense yeni ´bir an´da  ve yeni seyler görüp onlari da hizla ´an´i yapiyorsam, yani sürekli sicriyorsam iste ben de buna ´yolculuk´ diyorum genelde ´o an´, sadece ´o an´a odaklaniyorum ki o an´da aslinda bulundugum yüzyila degilde hissettigim farkli bir  yüzyildaymisim gibi oluyor. Sanirim cikamayacagim isin icinden ben en iyisi yolculugumuzu anlatmaya calisiyim :)   Bu arada bizimki öyle siradan bir otobüs de degil, sihirli bir otobüs, hatta icinde büyücü Alex bile  var, Alex mi kim ? Aslinda orasini ben de bilmiyorum. Baska gezegenden geldigini söyleyen, elindeki defterinde garip sekiller ve büyüler olan bir adam, agac onun annesi ..vs  -yaaa sadece bir seyleri düsünen ben degilmisim demek ki bazilari benim gibi sacma sapan demiyor düsündüklerine  ve onu anlatiyor hatta bana bir yaprak bile hediye etti :) Ama  ben ona inaniyorum cünkü önemli olanin insanin kendine olan inanci ki kendi söylediklerine inanmis bir adam da benim icin yeteri kadar dogru söylüyor demektir. Herkes uyudugunda ise gercekten bu sihirli otobüste olmaktan mutlu oldugumu hissettim. Bu kadar farkli yerlerde dogmus ve büyümüs insanin bir otobüste bu kadar uyum icinde olmus olmasi ve o uyumun bir parcasi olmak beni mutlu etti ki yolculugumuz boyunca Nürnberg, Köln, Frankfurt, Düsseldorf´a da ugradik,  sürekli yolcular degisti, bizim disimizda tabii :) Bu arada degisik sehirlere ugramis olmak da oldukca keyifliydi, dedigim gibi her yerin kendine özgü güzel bir hissi var bende, sonra onlar ´ani´ oldugun da o hisleri tekrar hissedip hatirliyorum o sehirlere ait anilari ama ani olana kadarsa keyfini cikarmak icin elimden geleni yapiyorum, ayni yürüyüs bandinda  kosmak gibi  siz kosarsiniz  ama bir adim bile yer gidemezsiniz, orada kitlenir he rsey, durur bedeniniz ve sadece hisseder ama ayni zamanda siz kitlenirken etrafiniz degisir…  Sihirli otobüsümüz Hollanda sinirindan gectigi andan itibaren her sey daha da farklilasti,  kendimi masallar diyarinda gibi hissettim :  tarlalar, yel degirmenleri, ciftlikler…vs.  yol dahada keyifli bir hal aldi.
    Amsterdam´a vardigimiz da ise, iste orada önce varis noktasina varmis olmus olmanin heycani sardi icimi  ve tabii o kadar yolu gitmis olmanin vermis oldugu vücut agrilari cabasi. Neyse ki biraz yürüdükten ve sersemligimi attiktan sonra sehri kesfetmek zamani gelmisti. Tabii sersemlik derken o sersemlikte bana bisiklet carpmis oldugunu da atlamak istemiyorum , cok garip, sarsildim ama vücudumun sarsintisini yeni bir yerde olmus olma sarsintisiyla ayni sayip adamin sesiyle bana carpmis oldugunu anlayabildim iyi mi yani o derece sersem oluyorum bir yere gidince. Bir keresinde de elime sicak su döktüm hatta hala döküyordum, görüyordum ama yandigini kafamin icinde o sicak su komutu gelene kadar hissetmedim,  onun gibi birseydi, yani bana carpmis oldugunu adamin sesini algilayip bisikletin bana temas ettigini  farkedene kadar hicbir sey hissetmedim hatta bu örnekleri bir keresinde boguluyordum bir keresinde arabadan düstüm ….vs. diye cogalta da bilirim :) Neyse  yine ucuz atlattik diyerek kalacak yerimizi bulduk ve yerlestik . Bunu söylemeden gecemeyecegim, kaldigimiz yer eski amsterdam evlerinden biriydi, hep hayal ettigim gibi yerlerde kaliyor olmam beni mutlu ediyor :) Bu arada beni mutlu eden baya bir sey varmis demek ki  yaziya döküp  görmesem, ayni bisikletin carpmasi gibi , farketmeyebilirdim :)  Biraz fazla hissettiklerimi yazmis olabilirim ama ben size bastan söylemistim normal bir gezi yazisi degil diye.  Tabii bir kez daha anladim ki ben iyi bir gezginim. Söyle ki iyi bir gezgin olmanin vermis oldugu avantajla sehirleri  cok cabuk cözebiliyorum,  Avrupa´da yasam tecrübemin olmus olmasi da  eklenince bu duruma   yerli halkin nerelerde takildigini cok cabuk buluyorum. Tabi ki turistlik yerlere gittim ama acikcasi kalabalikta bir oraya bir buraya kosturmaktansa sehrin sakin yüzünü gercek insanlariyla yasamayi tercih ederim, hem ben nereye gidersem gideyim kendimi turist gibi hissetmiyorum :)  Kisacasi Amsterdam´da olmak  dogaclama cekilen bir  film sahnesinin icine düsmek gibi ….izlediginiz tüm film kareleri gözünüzde canlaniyor ama bu sefer basrolde siz varsiniz , yolun gidisati sizin elinizde, o sokaga mi girsem bu sokaktan mi ciksam, su kafede mi soluk alsam ..vs. Yollar yollara aciliyor sürekli bir biskletli sagdan mi cikar soldan mi cikar diye kendinizi kolluyorsunuz , bircok yerde duydugunuz korna sesleri bisiklet zillerine dönüsüyor … Bizdeki cay bahceleri gibi bira bahceleri var, sokaklarinda her yerde parklari, sirin evleri, kanal kenarlarindaki cafeleri, eski model bisikletleri, sehrin ritmine uyum saglayan zil sesleri, kapi önünde kaynatilan dedikodulariyla  sempatik bir sehir Amsterdam.  Gitmek isteyen, görmek isteyen, hissetmek isteyen, her seyden önemlisi kiyaslamayip her yerin kendine ait bir hissi oldugunu bilenlere Amsterdam´i,  dünyanin her farkli noktasi gibi,  tavsiye ediyorum ki icinde gezgin ruh tasiyanlarin bir firsat bulup mutlaka gidip görecegine eminim :) 
   
 Dönüs günü geldigin de ise bir 17 saat yol daha bildigimiz bir nokta icin gidecek olmus olsamda  ayni ben olmayip yenilenmis, tazelenmis bir ben olarak, biriktirdiklerimle  bu sefer Dortmund üzerinden evime gittim. Umarim sagligim hep yerinde, birlikte gezebilecegim sevdiklerim  hep yanimda, hissedebildiklerimi kaybetmemis bir ben olarak; gidebilecegim daha cok  yollarim,  varis noktalarim ve en önemlisi yeni bir ben olarak dönebilecegim evim olur.  



                                                               fotograflar icin devam