„Kiev
şehrinin 130 km kuzeyinde Pripyat Nehri kıyısında, 25.000 nüfuslu
Çernobil kasabası ile 10.000 nüfuslu Pripyat kasabası arasındaki
nükleer santral, 25 Nisan 1986`da reaktörlerden birinde yapılan
deney sonucunda 26 Nisan 1986 saat gece yarısı 1:00'de deney
sırasında güvenlik sisteminin devre dışı bırakılması ve peşi
sıra yapılan hatalar sonucunda patlamıştır.“
(Kazadan önce Pripyat)
Sonra
tabii her şey devam etti sanki o kaza hiç olmamış, ölenler
ölmemiş, zarar gören çocuklar hiç doğmamış gibi bizler
hayatlarımıza devam ettik. Kimimiz olduğumuz yerden ses çıkardık;
ama duyulmadı, kimimiz ortalıkta ses çıkardı ama dinlenmedi,
kimimizse her şeyi unutup ders almaktan korktuğumuz için, aynı
reaktörün çelik bir lahde gömülmesi gibi etkilerini derinlere
gömdük. Ama üzgünüm 29 yıl önce bu kaza gerçekleşti,
insanlar ve doğa büyük zararlar gördü…
(dayanılmaz sessizlik)
Peki!
Kazadan sonra neler oldu, o kazanın olduğu terk edilmiş yerler ne
durumda?
„Ukrayna
dilinde Çernobil bir çiçek ismidir, pelin çiçeği. Bu çiçek
buradaki insanları korkutur, çünkü burada pelin çiçeği
İncil'de geçen bir kıyamet alametidir: " 8:10, üçüncü
melek borazanını çaldı. Gökten meşale gibi yanan büyük bir
yıldız ırmakların üçte biri üzerine ve su pınarlarının
üzerine düştü.",
"8:11,
Bu yıldızın adı Pelin'dir. Suların bir kısmı pelin çiçeği
gibi acılaştı. Acılaşan sulardan içen birçok insansa öldü."
Radyasyondan
kaç kişi öldü bunu bilen yok, tahmini rakamlar olsa da maddi
kayıpları belirlemek daha kolay. Açtığı etkiler göz önünde
bulundurulursa son ölü sayısına kadar gerçekte kaç kişinin
öldüğü asla bilinemeyecek. Olay yerine ilk giden itfaiyeciler
olay yerine gidene kadar normal bir yangını söndüreceklerini
düşünseler de, karşılaştıkları manzara hiç de öyle olmamış
bir daha evlerine dönememişlerdi. Likidatörler ise radyoaktif
kirliliği temizlemek için görevlendirilmiş askerlerdi; ama çoğuna
koruyucu kıyafetler sağlanamadı. İnsanlar evlerini terk etmek
zorunda kaldılar, bu terk edilmiş, cehenneme dönmüş, bölgeyse
şimdilerde hayvanlar için rahat yasayabilecekleri bir yasam alanı
haline dönüşmüş, kimse onları avlamadığı için sayıları
oldukça artmış, tabii radyasyonun onları nasıl bir genetik
yapıya soktuğu, güvenli bölgeyle ilişkileri tam olarak
bilinemiyor. Pripyat, yani hayalet kasaba ise patlamanın olduğu
yere 4 km uzaklıkta. 1986 yılında burası yeşil, modern bir
yerdi. İlk girişte burası hala yaşanılan bir yer olarak görünse
de bir binanın üzerindeki şu slogan "Lenin'in Partisi Bizi
Komünizmin Zaferine Taşıyacak" sanki bize, zamanın burada
durduğunu anlatıyor. Kasabadaki sessizlik ise insanın kendisini
dünyada tek başına gibi hissetmesine neden oluyor. Sonraki
yıllarda buraya turistlik gezi düzenlense de insanlar sessizlikten
rahatsızlık duymuş ve hemen buradan ayrılmak istemişler.
Pripyat'tan ayrılıp motorumla kuzeye, Beyaz Rusya'ya yöneliyorum.
Burası ayrı bir ülke; ama radyasyona, vize uygulaması
konulamıyor. Bundan dolayı da kazadan en çok etkilenen yerlerden
biri de Beyaz Rusya. Yollarda, doğanın insana ait olan şeyleri
nasıl da yok etmeye başladığını görüyorsunuz, birkaç yüzyıl
sonra insana ait hiçbir kalıntı kalmasa da buralarda hala
radyasyon olacak. Burada doğa gerçekten çok güzel, çok zengin;
ama ne suyunu içmeye ne de ağaçtan bir meyve koparmaya cesaret
edebiliyorsunuz. Bazı yerlerde ise insanlar yasadıkları yerleri
terk etmek istememiş ve "Ölürsem kendi topraklarımda
öleyim." diyerek büyük bir cesaretle burada kalmışlar; ama
onlardan mutluluk hikâyeleri beklemeyin, insanlar yaşlı, yorgun ve
mutsuz... Kazanın en kötü yanıysa çocuklar. Kazadan sonra doğan
çocukların fotoğrafları kazanın boyutunu gösterse de yetkililer
kazadan önce de bu tür çocukların doğduğunu, nedeninin alkol ve
uyuşturucu olduğunu söylüyorlar. Ama kim ne derse desin
yaşananlardan sonra onlar asla normal bir çocuk olamadı. Uğradığım
kasabalardan birisi de Poleskoye kasabası. Kasabanın eski isminin
anlamı, "Mezara yakın." demek. Bu kasaba Moğol
istilasından, büyük kıtlıktan ve savaşlardan çıkmış; ama
Çernobil'den aldığı büyük doz onu yavaş yavaş öldürmüş,
şu ansa eski adının kaderini yasıyor.“
(Bir cocugun cigligi)
Belki
bu kaza 29 yıl önceki teknolojiyle yapılan bir deney sonucu
oluşmuş olabilir; ama en son Fukuşima'da yaşananlar bize dünyanın
her an risk altında olduğunu gösterdi. Ne yazık ki ülke
politikaları sadece o ülkeyi, orada yaşayan insanları
etkilemiyor; tüm dünyayı, tüm insanlığı, tüm doğayı
etkiliyor… Unutmamalıyız ki var olan bir şeyi derinlere gömsek
de o, hep orada… Yaşadığımız hiçbir şey, o gün orada
yaşanıp bitmiyor. Etkileri görünmez bir güç gibi devam edip her
gün birilerinin kapılarını çalıyor. Umarım bir şeylerin
farkına varmak için kapınızın çalmasını beklemezsiniz. Çünkü
hayalet kasabada kapıların hiçbir önemi yok.
Ergül Akyürek
Ergül Akyürek
(Bir kayip cocuk)
NOT:
-
Birkaç yıl önce internette nükleer santrallerle ilgili bir
araştırma okurken, Elena isimli bir gezginin sitesiyle karşılaştım.
Elana, Çernobil'de yaşamış ve bölgeyi daha sonraki yıllarda
düzenli olarak ziyaret edip gördüklerini hem fotoğraflamış, hem
de deneyimlerini web sitesinde paylaşmış. Benim yazdıklarım ise
sitede okuduklarımın ufak bir derlemesi. Elena'nın yazılarına
göz atmak isterseniz, Türkçe dahil bir çok dilde çevirisine, şu
adresten ulaşabilirsiniz: http://www.elenafilatova.com
-
Kazadan 20 yıl sonra (2006) üç ayrı ülkeden -Rusya, Belarus,
Almanya- sokak sanatçıları (Sergey Abramchuk, Vitali Shkliarou,
Konstantin Danilov, Denis Averyanov, Ivan Malakhov, Tobias Starke and
Kim Köster) bu terkedilmiş bölgede yaşanmış felaketin en
masumları çocukların çalınan çocukluklarını, insanların
acılarını tekrar hatırlatmak için Çernobil`e gitmiş ve
Pripyat`ın duvarlarında çocukların sessiz çığlıklarını,
gözyaşlarını tekrar yaşatmış... Fotoğrafları ise projenin
yer aldığı su siteden aldım:
http://englishrussia.com/2010/04/06/top-10-weirdest-graffiti-of-pripyat/3/
(Korku ve Dehset)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder