19 Mayıs 2016 Perşembe

Osman Hamdi Bey`in „Yeşil Cami Önü“ Tablosu...


Yıllarca bir perde arkasında gün yüzüne çıkmayı bekleyen, 2014 yılında mirasçıları arasındaki hukuki süreçten dolayı, rekor ücretle satışa çıkarılacakken, satışı durdurulan Osman Hamdi Bey`in en önemli eserlerinden biri olarak gösterilen „Yeşil Cami Önü“ tablosu, 2 yıl sonra tekrar rekor açılış bedeliyle -10 Milyon TL- 14 Mayıs 2016 saat 15:00`te, yani bugün, başlayacak 291. Artam Antik A.Ş. Müzayedesinde koleksiyoncuların ilgisine sunulacak.
Osmanlı döneminin en önemli ressamları arasında yer alan, Türkiye`de müzeciliğin kurucusu olarak da kabul edilen Osman Hamdi Bey`in 1882 yılında tamamladığı „Yeşil Cami Önü“ tablosunda, Osman Hamdi Bey, Bursa Yeşil Cami’nin önündeki gündelik Osmanlı hayatını tasvir etmiş, Osmanlı Mimarisinin de tüm hatlarını incelikle esere yansıtmıştır. Osman Hamdi Bey`in, yıllarca tablonun sahibi ailenin evinde bir perde arkasında tutulan, daha önce hiçbir yerde sergilenmemiş, sanat danışmanları tarafından „başyapıt“ olarak nitelendirdikleri bu gizemli eserinin, bugün rekor bir bedelle satışının yapılması bekleniyor.
 

Kısaca Osman Hamdi Bey`in Hayatı...
 
1842 yılında İstanbul`da dünyaya gelen Osman Hamdi Bey, Paris`te hukuk eğitimi alırken resme olan ilgisi nedeniyle hukuk eğitimini yarıda bırakarak resim alanında eğitim almaya başlamış ve dönemin ünlü ressamlarının atölye çalışmalarına katılmıştır. İstanbul`a döndükten sonra birçok devlet kurumunda görev alan Osman Hamdi Bey, Arkeoloji alanında yaptığı çalışmalarla yurt dışında da ün kazanmış, İstanbul Arkeoloji Müzesi ve bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi`nin de kuruculuğunu yapmıştır. Müzeci, arkeolog, ressam, resmi adı „Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şâhâne“ olan „Sanayi-i Nefise Mektebi“ ( Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) kurucusu olan Osman Hamdi Bey 1910 yılında İstanbul`da hayatını kaybetmiştir. Genel olarak bilinen en önemli tablosu ise „Kaplumbağa Terbiyecisi“ (Sanatçının 2004 yılında Antik A.Ş.`de açık arttırmaya çıkan tablosu o zamanın parasıyla 5 trilyon liraya satıldı.)


 
Not: - Detaylı bilgi için Artam Antik A.Ş.`nin internet adresini ziyaret edebilirsiniz: https://www.artamonline.com/
- Hayatı ve eserleri için su adresten detaylı bilgi alabilirsiniz: http://www.osmanhamdibey.gov.tr/

25 Nisan 2016 Pazartesi

Çernobil...


30 yıl önce bugün, dünya, sonuçlarını yıllar sonra bile yaşayacağı, insanın yarattığı en büyük felaketlerden birine uyandı.  Kiev şehrine 130 km uzaklıkta bulunan Çernobil kasabası ile Pripyat kasabası arasında yer alan nükleer santral 26 Nisan 1986 gece yarısı saat 01:00`de reaktörlerde yapılan bir deney sonucunda patladı. Bu sönmeyen insanlık mirası, bugün hala etkilerini gösterirken kazadan sonra ilerleyen yıllarda birçok sanatçı bu felaketi çalışmalarına yansıtarak yaşanılan acıyı, çocukların kaybolan geleceğini... tekrar tekrar sanatlarıyla vurguladı. Avusturyalı fotoğraf sanatçısı Roland Verant da bu bölgeyi deneyimleyenler arasında. Verant, 47 günlük bu deneyimi sonucunda ortaya çıkan 250.000`in üzerindeki fotoğrafı kendi kişisel fotoğraf serisine ekleyerek bu bölgeyi sanat alanı içinde izleyicinin bakış açısına sundu.

 Kapıları çalan benim,

Kapıları birer birer.

 Gözünüze görünemem,

Göze görünmez ölüler.
 […]
Yedi yaşında bir kızım.

Büyümez ölü çocuklar.

 Saçlarım tutuştu önce,

Gözlerim yandı kavruldu.

Bir avuç kül oluverdim,

Külüm havaya savruldu.
 
 Benim sizden kendim için

Hiçbir şey istediğim yok.



 Şeker bile yiyemez ki

Kâat gibi yanan çocuk.

 Çalıyorum kapınızı,

Teyze, amca bir imza ver.



Çocuklar öldürülmesin

Şeker de yiyebilsinler.











 Not:
- Roland Verant`ın Çernobil  Faciasının 30. yılında açtığı 23 Nisan-1 Mayıs 2016 tarihleri arasında gerçekleşen sergisi hakkında detaylı bilgi ve bazı fotoğraflara bu adresten ulaşabilirsiniz: http://www.gamuekl.org/ausstellung/verant/roland.htm . Aynı zamanda yazıda kullanılan fotoğrafların bir kısmı için de bu siteden faydalanılmışken, şu adresten de fotoğraflara ulaşılabilir: http://www.dailymail.co.uk/news/article-3176005/Inside-Chernobyl-s-no-zone-Eerie-scenes-towns-abandoned-radiation-disaster-30-years-ago-reveal-desolate-hospitals-rotting-homes-discarded-possessions.html
- Fotoğrafların altında yer alan şiir Nazım Hikmet Ran`ın, 6 Ağustos 1945 yılında Hiroşima`ya atılan atom bombasından sonra yazdığı „Kız Çocuğu“ şiiridir. Şiirde, barışa çağrı yapılırken şiir birçok dile de çevrilmiştir. Yazıda şiirin kullanılmasının yazının ve fotoğrafların atom bombasıyla ilişkilendirilmesi ile ilgisi olmamakla birlikte dizelerdeki anlamın konuya uygunluğundan dolayı seçilmiş, bundan dolayı da şiirin bir kısmı kullanılmıştır. 



24 Şubat 2016 Çarşamba

„MACK. SADECE IŞIK VE RENK"



İkinci Dünya Savaşı`ndan çıkmış Almanya`nın belki de en karanlık günleriydi; insanlar mutsuz, umutsuz ve yorgundu. Şehirlerdeki birçok bina tamamen yıkılmış, yıkılmayanlarsa aynı insanların hayalleri gibi yarım kalmıştı. Genç sanatçılar içinse durum daha da içinden çıkılmaz bir haldeydi, Heinz Mack ise bunlardan sadece bir tanesiydi. „Çok zorlu dönemlerden geçtik. Düsseldorf Devlet Güzel Sanatlar Akademisi`nin yarısı yıkılmıştı, savaş sonrası onları temizledik, taşları kenarlara taşıdık. Kışınsa çok soğuktu... Maddi sıkıntılar vardı ve herkes depresyondaydı. Bundan dolayı da düşüncede boşluklar vardı. Kitaplar yakılmış, sadece 3-4 kitap kalmıştı, hiçbir şey yoktu. Bilgi yoktu. Yanlış seçimler yaptığımı düşünüyor sürekli kendime şu soruyu soruyordum „Biz nereden geliyor ve nereye gidiyorduk“„ Sanatta birçok şey denenmiş, savaşsa her zamanki gibi acıdan başka bir şey getirmemişti. „Yurt dışından ise haberler alıyor gelen akımları takip ediyor, varoluşçuluktan (egzistansiyalizm) etkileniyorduk. Peki! Biz „Ne yapabilirdik?“ Uzun bir arayıştan sonra kendime şunu söyledim „en baştan başlamalısın. Piyanonun tek bir tuşuna basmalı ve deneyimsel olmalıydım.“ Almanya savaşın izlerini silmeye çalışırken dünyada da artık yeni arayışlar başlamıştı...
„İşte, tam o sırada „5, 4, 3, 2, 1 ve 0“ insanlar sadece dünyada yaşamak istemiyor yeni dünyalar keşfetmek istiyordu. İşte „ZERO“ böyle doğdu. Her şey „SIFIR“ dan başlıyordu, biz de başlamalıydık.“ Otto Piene ve Heinz Mack bu yeni gelişmelerden etkilenmiş ve 1957 yılında Almanya`nın Düsseldorf şehrinde daha sonra uluslararası bir sanat ağına dönüşecek olan „ZERO“`nun başlangıcını yapmıştı. „Düsseldorf`ta şimdilerde yaklaşık 120 galeri var, bizim dönemimizde müzeler yıkılmış ve sadece 1 galeri vardı. Biz de ilk sergiyi kendi atölyemizde yaptık, bir gecede atölyeyi temizledik ve sergiyi açtık. Ne paramız vardı ne de küratör. İlk başta sergilere sadece 15 kişi geliyordu. Zaten sergileri tanıtabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Her sanatçı ise kendi içinde izoleydi. Otto Piene ile atölyelerimiz yan yanaydı ve tüm gün sanat konuşuyor, neler yapabileceğimizi tartışıyorduk. Sonra aklımıza gelmeyecek bir şey oldu, başka ülkelerden haberler geldi, Paris`ten Yves Klein, İtalya`dan Lucio Fontana... Evet, bizim gibi düşünen birileri vardı ve bu bizi çok heyecanlandırıyordu. Siyasi sınırlarsa hiç ama hiç önemli değildi.“

Mack, yaptığı gezilerde farklı dünyaları keşfederken, Doğu Sanatına da ilgi duyuyor, aldığı ilhamı ise eserlerinin enerjisine katıyordu: „Çok erken dönemde tüm Akdeniz Havzası ilgimi çekmişti „Neden orada çok önemli kültürler ortaya çıkmıştı? Neden?“ dedim kendime „Çünkü Işık vardı, berraklık vardı.“ Londra`daki bir insan berrak düşünemez ama Napoli`deki bir insan berrak düşünebilir. Ve bunun sanatla olan ilgisini düşündüm ve daha sonra Doğu Sanatında Batı`da olmayan berraklığı fark ettim. İslam Sanatındaki süslemeler çok güzel, Doğu Sanatı kesinlikle büyüleyiciydi.“ 1958 yılında tasarladığı „Sahra Projesi”`ni ise sonraki yıllarda gerçekleştirebilecekti. „... Soruyorlar: Bu proje gerçekleştirilebilir mi? … Ben de cevap veriyorum: Evet!“ „1960 yılında Sahra Çölüne gittim, orada insana ait parmak izi yoktu ve genişlik beni büyülemişti. Bir heykeltraş için mekan çok önemlidir çünkü heykel mekanda yaşar. Şu soruyu sordum „Işığı yansıtan heykel nasıl kendini ortaya koyabilirdi?“ Tabii önce fikrimi yazdım ve Marakeş`te (Fas) kaldığım yerde tuvaletin aynasını söküp Sahra Çölünde deneyler yaptım. Sponsorumuz yoktu, cebimde sadece kameraya alabileceğim bir film parası vardı. Sonra bu film Almanya`da o dönemde „Sanat Belgeseli“ olarak haberlerden sonra televizyonda yayınlanarak, sansasyon yarattı... Bu inanılmaz bir şeydi.“
1967 yılında ise ZERO 10 yıllık serüvenini tamamlamış çoktan 20. yüzyıla damgasını vurmuştu. Heinz Mack ise ZERO`nun yaratıcı ve girişimciliğinden aldığı ilhamla bireysel çalışmalarına aynı hızla devam etti... Çünkü ona göre her insanın yaşadığı dünyaya, topluma borcu vardı, o ise bunu sanatıyla ödüyordu.

Aslında Heinz Mack, aklı zorlayan eserleriyle insani farklı noktalara götürüyor olsa da, „Bir insanın gerçekleştiremeyeceği bir şeyi, bile bile hayal etmesi büyük bir başarıdır!“ diyebilecek kadar hayallerine inanmış, „Bazı insanlar güzelliğe dayanamaz. İşte, benim sanatım çirkinliğin olduğu bir dünyaya mutlak bir güzellik ile karşıdır.“ sanatıyla güzelin, iyinin peşinden giden, „Ben de cennetle ilgileniyorum, ama lütfen cennet bu dünyada olsun. Ne zaman cennet olur bahçede açan bir çiçeği izlediğinizde ya da çocuklar, çocuklar harikadır onlarla bir araya geldiğinizde işte o zaman cennet olur.“ sözleriyle umudu yeşerten harika bir insan; düşüncenin en derininde, renkleri, ışığı müziği, şiiri, enerjiyi... harmanlayarak yaptığı deneysel eserleriyle de dünyayı sanatıyla güzelleştirmeye yılmadan devam eden eşsiz bir sanatçı. Şimdi ise bu 85 yaşındaki dev, 17 Temmuz 2016 tarihine kadar devam edecek olan „MACK. Sadece Işık ve Renk“ sergisiyle S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi`nde.



Not: - Yazıda geçen sanatçının düşünceleri, 18 Şubat 2016 tarihinde „MACK. Sadece Işık ve Renk“ isimli serginin S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi`nde açılışı öncesi moderatörlüğünü Beral Madra`nın yaptığı Heinz Mack söyleşisindendir.

- S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi`nde sanat severlerle buluşmuş olan „ZERO“ sergisi ve hikayesini okumak isteyenler buradan daha önceki yazima da buradan ulaşabilirsiniz: http://odatv.com/gelecege-geri-sayim-basladi-2211151200.html

- Sergiyle ilgili ayrıntılı bilgi için ise http://www.sakipsabancimuzesi.org/ buradan ulaşabilirsiniz.

- Fotograflar ve geniş bilgiye de buradan   http://www.mack-kunst.com/de/Aktuelles.htm 

21 Aralık 2015 Pazartesi

SAHNEDE FELSEFE #4































17 Kasım 2015 Salı

„ZERO. GELECEĞE GERİ SAYIM“



Bir yanda, gökyüzü hayal edebileceğiniz en büyük tuvaldir, diğer yandan, hayal edebileceğiniz en büyük tiyatro. Yalnızca en büyük astronomik ve astrolojik tiyatro da değil, gökyüzü için geliştirilen her şey için de en büyük tiyatrodur. Havacılık endüstrisi mesela. Gökyüzü, özellikle II. Dünya Savaşı sırasında müthiş önemli bir rol oynamıştı. (…) Gökyüzüne dair keyif duygularının yerini dehşet almıştı. Savaş bittiğinde ilk başta inanamadık, sonra müthiş bir rahatlama yaşadık (…) Ve bu vesileyle gökyüzünü kutlama dürtüsü ve sevinci ortaya çıktı-bununla beraber de gökyüzü sanatı fikri.“ (Otto Piene)

(Heinz Mack (1931-) Dokuz Sütun Üzerindeki Gökyüzü)

Her şey SIFIR`dan başladı...

II. Dünya Savaşı, insanların uzun yıllar, bombaların, savaş uçaklarının, siren seslerinin kapladığı gökyüzü altında ölümün tüm soğukluğunu her an iliklerinde hissederek yaşadığı, büyük bir yıkımdı. Savaşın sonrası ise yıkıntıların içinde büyük bir yokluk dönemi... Her şeye yeniden, SIFIR`dan başlanmalıydı, SANAT`a da... İşte! Böyle bir karamsarlık döneminde iki Alman genç sanatçı, Hanz Mack ve Otto Piene aldıkları felsefe eğitimleriyle sanatı birleştirerek Almanya`nın Düseldorf şehrinde 11 Nisan 1957 yılında evlerinin avlusunda ilk açtıkları akşam sergileriyle sanatta aradıkları yeni başlangıcı şu büyük harflerle başlattı: ZERO.


(Günther Uecker (1930-) Kozmik Hayal/Isik Diski)

ZERO, bu yeni başlangıcı yokluktan çıkan malzemelerle zaman zaman bıçak darbeleri, ok ya da alevlerle, zaman zaman çivinin ışık ve gölgelerle ifadesiyle, zaman zamansa tek bir rengi farklı yüzeylere uygulayarak kişinin kendi kişisel tecrübelerini edinmesini sağlamaya çalışarak, içerisine Yves Klein, Günther Uecker, Lucia Fontana gibi isimleri de katarak kısa sürede uluslararası bir ağa dönüşmüş, SIFIR`dan doğmuştu. Bu sanatsal ağ savaş sonrası genç sanatçıların farklı sanatsal formlarda birçok deneysel çalışmaya imza attığı dünyanın çeşitli yerlerinde sayısız sergiye dönüşmüş olsa da 1967 yılına gelindiğinde grubun baş aktörleri birbirlerinden ayrılmış, son sergileriyle 10 yıllık serüvene son verdiklerini açıklamışlardı.. Ama ZERO, bu kısa sürelik ömrüne rağmen 20. yüzyılın en önemli Avangart Hareketlerinden biri olmayı başarırken, aynı zamanda da yokluktan çıkan yaratıcılığın hikayesini de tüm dünyaya göstererek ilham kaynağı olmuştu.
Ateşin, ışığın, dumanın, çivinin, hareketin, rengin... nasıl yaratıcılıkla buluştuğunu henüz görmediyseniz, duvarlarında sanatçıların tekstlerinin de yer aldığı 100`ün üzerinde eseri S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi`nde 10 Ocak 2016 tarihine kadar ziyaret edebilir, ZERO`nun gücünden yararlanıp geleceğe doğru geri sayabilirsiniz...

(Heinz Mack (1931-) Isik Stelleri)

Gözlerimizi kapadığımızda tam bir karanlığa gömülürüz, geceyi beklememiz gerekmez; gece görecedir, insan gecenin önü sıra koşup daima aydınlıkta kalabilir. (…) Ama aydınlığı yalnızca övmek bana yetersiz geliyor. Ben karanlığın kendisine gidiyorum, onu ışıkla deliyor, saydam hale getiriyorum, karanlıkta içkin olan dehşeti çekip alıyorum, onu bir yaşam soluğuyla kendi bedenim gibi yoğun bir güce dönüştürüyorum ve dumanı da alıyorum ki uçabilsin.“ (Otto Piene, Cennete Giden Yollar, 1973)

(Piero Manzoni (1933-1963) Achrome)

Not: - Yazıda geçen Otto Piene`ye ait tekstler sergide kullanılan duvar yazılarından alınmıştır.
- Fotoğraflar ve sergiyle ilgili daha ayrıntılı bilgi için http://www.sakipsabancimuzesi.org/tr/sayfa/sergiler/zero-gelecege-geri-sayim adresini ziyaret edebilirsiniz.