Geçtiğimiz
yaz “Wittgenstein´ın Maşası” isimli bir kitap okumuştum, hatta bu ara bunu
okuyorum başlığı altında bloğumda da yayınlamıştım. Kitabı okurken, her
sayfasında her zamanki gibi “çok yanlış zamanda doğmuşum, çok..” diyerek derin
– ah.. lar çekmiştim. Malum baba Wittgenstein sanayi kralı ve sanata düşkün
olunca Wittgenstein’ların evi dönemin ünlü sanatçıları ve düşünürleri ile dolup
taşmış ki bu kişiler arasında Klimt, Rodin gibi isimler var; gel de kıskanma!
Ama
nasıl derin – ah… çektiysem, hayat döndü dolaştı hayatımda yaşadığım en güzel 4
günü, hem de Wittgenstein´ın evinde yüzümde kocaman bir gülümsemeyle yaşattı.
Çok karıştırdım, hemen topluyorum ve bu 4 günün başına gidiyorum; filozof ve
film yapımcısı, tiyatro oyuncusu, dans teorisyeni olan ünlü üç isimden ders
almaya basladım – of.. ünlü diye yazınca çok havalı oldu, dersin adı: “Felsefe’nin Unutulmuş Vücudu”
Ama
ders derken öyle amfide olan derslerden değil. Organizasyonlara katılıp, işin
kıyısından köşesinden siz de programa dahil oluyorsunuz, sonraki aşamalarda da
sahnede devam ediyor eğitim, en son
kısımda stüdyoya giriyorsunuz, yani kısaca eğitim okul duvarları arasında değil
de Viyana´nın ünlü mekanlarında
gerçekleşiyor…
Bu
mekanlarda: düşünce ve vücudun, düşünce
ve performansın, felsefe ve tiyatronun nasıl bir araya geldiğini, düşüncenin
metafiziksel el kol hareketlerine itiraz ederek, farklı vücutlarla temas etmiş
vücudun zorlukları aşıp, düşünceye, yazıya, söyleşiye nasıl yansıyacagını
gösteren çalışmaları ortaya koyuyorlar.
Bizim de ilk durağımız Wittgenstein´ın kız kardeşine yaptığı, yani
Tractatus´unu tamamladığı evdi. Ben açıkçası bu evde 4 gün boyunca günde 13
saat duracağım için çok heyecanlıydım, aslında bir nevi evde yaşamış da oldum.
Bıraksalar Wittgenstein´ın kız kardeşi gibi yaşamamazlık da yapmazdım gerçi hakkı var, ev oldukça ağır, donuk yani pek ev gibi değil. Zaten tarihe bakınca baya bir badire atlatmış kimseye yuva olamayınca da Bulgar Derneğine verilmiş. Gelelim
organizasyona yani “Philosophie on stage
#3 ” e.
İlk
gün eve gittiğimde girişteki mutfak kısmını görünce kendimi öğrenci partisine
gelmişim gibi hissettim, görevliler ceşitli bölümlerden öğrencilerdi ve sürekli
bir telaş vardı, Arno ise yani benim hocam kapıdan görününce ilk düşündüğüm şey
buradaki öğrencilerden hiçbir farkı olmadığıydı, o kadar enerjik ve
koşturuyordu ki yürüyüşünde bile kendine olan öz güveni belliydi. Erken
gelenlerle selamlaştı ama bence o heyecandan kimseyi görmüyordu. Bu duyguyu ben
de bilirim konuşurum ama konuştum mu bilmem, görürüm ama gördüğümü hatırlamam…
Neyse yavaş yavaş diğer konuklarda gelmeye başladığında işin ciddiyetini o
zaman anladım.
Kısaca
özetlersem Avrupa’nın değişik
ülkelerinden, Amerika´dan, alanında ün yapmış 30 a yakın isminin önünde
rejisör, senarist, sanatçı ve filozof yazan katılımcılar vardı. Ama en güzeli
gerek paylaşımdaki cömertlikleri, gerekse incelikleri ile ünvanlarının çok
üstündeydiler; sadece sevdikleri şeyi yapıp üretiyorlar, ürettiklerini ise
paylaşıyorlardı, isimlerinin önündeki sadece bir formaliteydi. Şöyle ki, yeri
geldi bilgilerini paylaştılar, yeri geldi dinleyici oldular, öğrenci ruhları
hala devam ediyordu. Birlikte yemek yedik, kahve içtik, akşam içkilerimizi
içtik, bir performanstan diğerine, bir odadan diğerine geçerken karşılaştığımız
” LUDWIG… LUDWIG…” diye bağıran ruhun
peşinden gidip, yere oturup onun gösterisini izledik; herkes çok doğaldı.
Kullanılan teknolojiden hiç bahsedemiyorum, her şey çok profesyonelce
yapılmıştı, yani bazen öğrenci partisinde gibi hep birlikte gençtik , bazense
inanılmaz profesyonellikle hazırlanmış bir gösterinin içindeydik. Bazen sahnede
bir Hintli: meditasyonu, Yogayı anlattı, bazense Avrupalı Japonya´da yaşamış
bir profesör sahnede bilinç ve meditasyon üzerine gösteri yaptı. Bazen iç
sesiyle konuşan bir adamın iç sesiyle söyleşini dinledik, bazense profesörler
ölmüş filozofların yerine geçip kulüp
kurmalarını ve aralarında tartışmalarını…
Sürekli
bir hareket vardı, ben bir ara herkes tiyatro salonuna indiğinde önceden
planladığım gibi yukarı eve çıktım, kimse yoktu. Yatak odasında sessiz film vardı, piyanonun başına oturup loş
ışıkta sessizliği dinledim, evlerin yaşanmışlığını dinlemeyi her zaman
sevmişimdir. Tabii bu sessizlik odada gösteri yapacak hocanın odaya pilot
gözlükleriyle girmesi ile ikimiz için de ilginç bir hal aldı, daha önce evin
içinde gözümün içine bakıp “bunun anlamı ne? senin adin ne?” diyen bir ruhla da karşılaştığım için açıkçası bu
beni pek de korkutmadı.
Son
gece ise ellerim alkışlamaktan kızardı…
Kendi hocalarımın yaptığı tiyatro ile felsefenin birleştiği performans çok başarılıydı. Felsefeye gelince bence şu 4 günde sahnede çok güzel VÜCUT buldu.
Ergül
Akyürek
Not:
–
Beni sorarsanız: medya, tiyatro, antropolojide eğitim görenlerle tanışma
fırsatı buldum ki onlardan kıdemli olmamla onları oldukça şaşırttım, iç sesim
ise “emin olun, derece üstünlüğüm sizinkinin yanında sadece görünür olan, benim
sizden öğrenecek çok şeyim var” dedi.
Zaten kıdemin ne önemi var, her zaman her yerde öğrenen olmak eğer ki
öğrenebiliyorsan en güzeli…
–
Tabii “her şey çok güzeldi” diyorum ama şunu da belirtmek istiyorum. Almanca
felsefe- sanat çok kolay bir şey değil, her şeyi yüzde yüz ana dilim gibi
algılayamadım. Organizasyondan önce Modern Sanat üzerine Almanca kitap okumaya
başladım ama yine de biraz afalladım… Zaten ana dilimde bile o kadar uzun süre
felsefeye maruz kalsam algılayamayabilirdim,
birçok program gösteri şeklinde sunulduğu için daha rahattım. Neyse ki
projeyle ilgili bir çalışma grubuna davet edildim, anlayamadığım ya da
kaçırdığım birçok şeyi onlardan alabileceğim. Tabii o ortamlarda bulunduğunda
sevindiğim kadar ülkem adına, kendi adıma
üzüldüğüm de çok şey var, bu konu uzun ve derin umarım başka bir yazıda
ayrıntılı yazabilirim ya da konuşmak isteyenle her zaman konuşurum, tanıyıp
tanımamam önemli değil, mailime bir
mesaj atmanız yeterli… ( Burada olduğum
süre içerisinde hiçbir zaman ülkemi, ülkeleri
farklı ülkelerle kıyaslamadım.
Kendi öz gelişimimiz için farklı insanlar ile iletişime geçip, farklılıkları öğrenip
eksikliklerimizin üzerine gitmemiz gerektiği kadar ülkeler için de aynı şeylerin
geçerli olduğuna inanıyorum.)
–
Fotoğrafları üzgünüm ki şimdilik dışarı
çıkarmıyorlar, proje dvd kitap haline dönüştürülecekmiş, ben de en son
2007de yapılan projeden ve gazetelerden bulduğum birkaç fotoğrafı
bloğuma ekledim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder